DÜNYA DİASPORALARI VE ÇERKES DİASPORASININ AÇMAZLARI

Geçtiğimiz Nisan ayında Adigey Cumhuriyeti’nin "atanmış" Başkanı Murat Kumpil'in Türkiye ziyareti esnasında bir etkinlikte, "davetli" bulunan Rusya İstanbul Başkonsolosu’nun konumu ve sözleri yoğun tartışmalara konu olmuştu.

Rus devletinin resmi bir dış temsilcisi sıfatıyla elbette söylemesi gerekeni söylemekle yükümlü olan başkonsolos hazretlerinin “şaşırtmaması” gereken sözlerinden veya hatalı tercümeden çok daha vahim olanı ise, diaspora Çerkesleri'nin, bir “Çerkes Kültür Evi” açılışını Rus başkonsolosuna yaptırmaları ve bununla adeta gurur duyar bir tavır içine girmeleri idi. Neredeyse hiçbir kesimin yadırgamadığı ve üzerinde dahi durmayarak adeta olağanmış gibi karşıladığı bu hadise, sömürge zihniyeti yansımalarının diasporayı getirdiği noktayı "kör gözlerin" bile göreceği bir hale getirdi.

Çerkes Kültür Evi Açılışı

Yaşanan bu hadise, “diaspora” fenomeninin ve buna bağlı Çerkes diasporasının yeniden tanımlanmasını ve tartışılmasını gerekli kılacak vasıfta olmasına rağmen konu etrafında yaşanan cılız tartışmalar her zaman olduğu gibi yine bilgi ve bilinçten uzak, “örgütsel/grupsal refleks” boyutunu aşamayan kısır polemiklere evrildi.

Elbette, Türkiye’deki Çerkeslerin nasıl bir “diaspora” olması gerektiği konusunda fikir beyan edebilmek ve katkı sunabilmek, öncelikle bir buçuk asırlık diaspora yaşantımızın tüm mücadele süreçlerine, sosyo-politik tarihimizin zihinsel ve örgütsel tüm deneyimlerine az çok hakim olmayı gerekli kılıyor.

1908 yılında diasporanın üst düzey bürokratları ve aydınları tarafından kurulan ve sergilediği mükemmel performansla kolektif hafızamızda yer eden “Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti”, o zamanın koşullarında Batı ve Orta Kafkasya'da okullar açıp, başta Nuri Tsağo, Yusuf Suat Neğuç, İbrahim Hıdzelt, Harun Tletseruk gibi üyelerini halkının eğitimi ve bilinçlenmesi adına anavatana gönderirken, yine o dönem diasporanın siyasal organizasyonu hüviyetindeki “Şimali Kafkasya Cemiyeti”, Kuzey Kafkasya delegasyonlarına kamuoyu ve politik destek sağlarken, bugünkü diasporanın işgalcisiyle kolkola sergilediği bu tavır, evrildiği safha açısından ibret verici ve mutlaka tartışılması gereken bir vakıadır.

Peki diaspora nasıl olmalı/nasıl davranmalı?

Diaspora kavramının tanım ve içeriğine, konuyu gereksiz yere uzatmamak için girmeyeceğim.

Elbette, diasporaların iç dinamikleri, bulundukları ülkeyle olan etkileşimi, zoraki asimilasyon ve gönüllü asimilasyonun tahripkâr boyutları, kültürel değerleri muhafaza etme bilinci, siyasal ve ekonomik yapısı, ilk kuşaktan son kuşağa sosyo-kültürel değişimler gibi sosyolojik parametreler de dikkate alınması gereken çok yönlü etkenlerdir. Ancak bunlar; incelenmesi bizim kapasitemizin üstünde, başlı başına uzmanlık ve ihtisas gerektiren konu başlıklarıdır.

Kısaca diasporalar; yeni bir devlet inşası hedefli veya var olan bir başka devletin içinde egemenlik kazanma/koruma ya da mevcut yapıların demokrasi, insan hakları ve temel özgürlükler bağlamında çıtasının yükseltilmesi yönünde baskı unsuru olabilecek çok önemli itici ve yönlendirici güçlerdir.

Bugün artık pek çok ülke dünya kamuoyunda algı oluşturabilmek için çeşitli “yumuşak güç” araçlarını etkin şekilde kullanmakta. Bu anlamda “diaspora” kavramı ve olgusu da uluslararası ilişkilerin önemli bir öğesine dönüşmüş durumda. Diaspora ve lobi örgütlerinin uluslararası politikalarda oynadığı rolün artması, bu alanda daha geniş çaplı faaliyet gösterilmesini de zarurete dönüştürmüştür.

Küresel Diasporalarİdeal bir “diaspora”nın stratejisi, politik hedefleri, zamanın ruhuna uygun alması gereken pozisyon,  yaklaşım ve tavırları, nicel ve nitel koşullarının ne olması gerektiği gibi sorulara cevap bulunabilmesi ve konunun daha iyi kavranabilmesi için, dünya genelindeki diğer diasporaların incelenmesinde de büyük fayda var. Bu konuda geniş bir literatür de var esasında, meraklısına. Bunun için hazır yeri gelmişken konuyla ilgilenen herkese, Koyusiyah Yayınevi’nden piyasaya çıkan “Küresel Diasporalar” kitabını okumasını şiddetle tavsiye ediyorum. Kitabın “Uluslararası Siyasette Diasporaların Rolü” başlıklı bölümünde tartıştığımız konuya ilişkin çok dikkat çekici saptamalar da var. Bu eserden yapacağımız birkaç alıntı ile “diaspora” fenomenini, ele aldığımız konu bağlamında kısaca incelemeye ve örneklemeye çalışabiliriz:

“…Diaspora çalışmalarındaki bir başka önemli konu, uluslararası politikada diasporaların değişen rolüdür.  Gabriel Sheffer bu konuda öncü bir çalışma başlatmıştır ve alanda çalışan en önemli siyaset bilimci olmaya devam etmektedir. (1)

Diaspora politikasının sınırlarının incelenmesinde, Sheffer devletli ve devletsiz diasporalar arasında önemli bir ayrım yapar: Devletsiz diasporalar kendi anavatanları ile ilgili olarak genellikle ayrılıkçı ya da irredentist (ülkenin kaybettiği toprakları geri isteme, N.S.) stratejiler benimserken, çoğu devlet bağlantılı diaspora kendi ata yurtlarında birlikte yaşamı savunur. Bu ayrı stratejiler arasından farklı seçimler, farklı sadakat örüntülerinin yanı sıra kaynakların dağılımı, organizasyon, politik tutum ve ilgili sosyal ve politik aktörlerle ilişkilerde farklılıklara neden olur…” (2)

Bu alıntıdaki “devletli” ve “devletsiz” diasporalar tanımlaması tam da bizim tartışmamızın bam teline dokunuyor. Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti’nden bu yana Türkiye diasporası, 1970’li yılların başına kadar arkasında gerçek bir halk desteği ile kurulan Kuzey Kafkasya Cumhuriyeti (1917-1921) dönemi hariç, anavatanı -Çarlık veya Sovyet- Rus işgali altında görüyor ve oradaki idari yapılanmaları benimsemiyor, dolayısıyla “devletsiz diasporaların” tüm karakteristik özelliklerini de aynen taşıyordu.

Diaspora, 1970’li yıllarda bir kırılma yaşadı. Soğuk savaş sonrası SSCB ile Türkiye’nin yeniden yakınlaşması sürecinde Çerkes diasporası da uzun yıllar sonra anavatanı ile yeniden temas kurmaya başlamıştı. SSCB’nin istihbarat ve yönlendirme amaçlı bir kamu diplomasisi kurumu olan “Rodina” aracılığıyla kurulan bu ilişki, Türkiye’yi de bir dönem etkisi altına alan 68 kuşağı iklimiyle birlikte diasporadan ilişkiyi kuran kişi ve kurumların zihniyet dünyasını yeniden biçimlendirmişti. Bu gelişen yeni bakış açısı, mevcut statükoları temel veri olarak almış, Sovyet döneminin -halk desteği ve meşruiyeti olmayan- zoraki idari yapılanmalarını içselleştirmişti. Dün, SSCB’yi ve içinde “mutlu ve müreffeh bir şekilde yaşanan” Adige Özerk Bölgesi’ni ya da diğer özerk yapılanmaları, “işgalcinin yeniden çizdiği sınırlarıyla” vatanları kabul etmişlerdi. Bugün de, sözde Rusya Federasyonu’nu ve içleri iyice boşaltılmış yerel idari birimleri, “devlet” olarak görüyor, Kremlin’in atadığı yöneticilerini de “cumhurbaşkanı” kabul ediyorlar. Bu yüzden bu eğilim ve örgütlenmeleri de “devletli diaspora” gibi tavır sergiliyor.

Oysa durum gerçekten böyle mi?

Mesela, Adigey Cumhuriyeti… Federal bir yasa değişikliği ile, cumhuriyetlerin ve diğer federe birimlerin devlet başkanlarının ve valilerin seçimle iş başına gelmeleri uygulaması kaldırılmış, bunları atama yetkisi Rusya Federasyonu Devlet Başkanı’na verilmişti. Devlet Başkanı seçilmek için Adigece ile Rusça'yı birlikte bilme koşulu da, Adigey Cumhuriyeti Anayasası'nda yapılan bir değişiklikle kaldırılarak Rusça bilmek yeterli sayılmıştı.

Daha sonra, Adigey Cumhuriyeti Devlet Parlamentosu, Nisan 2011'de Devlet Başkanı (Prezident) unvanını da kaldırarak, "L'ışha-ЛӀышъхьа" (Baş kişi/Yöre lideri) adını (unvanını) kabul etmişti. (3)

Ancak tüm bunlar sadece Adigey Cumhuriyeti’ni kapsayan uygulamalar da değildi. Zira Rusya, Federal Anayasa’da yaptığı değişiklikle, bütün yerel (federe) cumhuriyetlerin anayasalarının “Rusya Federasyonu Anayasası ile uyumlu hale getirilmesi” maddesini eklemiş, merkezde yapılan değişikliklerle de yerel cumhuriyet parlamentoları “milli özellikleri koruyucu yasalarını” bir bir kaldırarak merkezle uyumlu hale getirmek zorunda kalmışlardır. Böylelikle, cumhuriyetlerin anayasaları işlevsiz hale getirilmiş, hatta anayasalarının olması anlamsızlaştırılmıştır.

Bitmedi! Çıkarılan bir başka federal yasa ile de Rusya Federasyonu idari bölgelere ayrılmış, başlarına doğrudan Kremlin'e bağlı valiler atanmış, yerel cumhuriyetler de bu valiliklere bağlanmıştır. Tüm bunlardan anlaşılacağı üzere, idari yetkileri tamamen budanan yerel cumhuriyetler bir “devlet” olmaktan çıkarılarak adeta yöre idari birimlerine dönüştürülmüş, yöneticilerine verilen devlet başkanı sıfatı da kaldırılmıştır. Yani gerçekte, bildiğimiz türde bir “devlet” ve başında da bir “cumhurbaşkanı” yok artık. Adı, göstermelik “cumhuriyet” olan fakat buradaki kaymakamlık statüsüne denk bir idari birim ve bunun başkanı var sadece. Dolayısıyla yaratılan algı ile realite arasında derin farklar var.

Bu tespitlerden sonra geçelim meramımızı daha iyi anlatacak diaspora hikayelerine...

Diaspora incelemelerinde, araştırmacıların pek çok eserinde karşımıza çıkan ve diasporaların sınıflandırılması ve dolayısıyla da anlamlandırılması için kullanılan belli başlı modeller vardır; bunlar, trajedi (victim/refugee) diasporası, kolonyal (imperial/colonial) diaspora, emek (labour/service) diasporası, İş (trade/business/professional) diasporası, post-modern (cultural/hybrid/post-modern) diaspora şeklinde tasniflenmektedir.

Buna göre, trajedi diasporası için belirleyici etmenler; soykırıma uğratılmak, etnik temizlik ve sürgün edilmektir. Bu kapsamdaki diasporalara örnek olarak Yahudiler, Afrikalılar, Ermeniler, İrlandalılar, Filistinliler verilmektedir.

Bizim gibi “tarihsel travmalar” yaşamış ve literatürde “trajedi diasporası” olarak sınıflandırılan toplumların kazandığı tarihi başarıları anlatmaya gerek dahi olduğunu düşünmüyorum. Hepimizin, hikayelerine az çok vakıf olduğumuz bu ulusların tamamı büyük mücadeleler sonucu devletlerini kurmuş/kurtarmış veya bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. Ve amaçlarına ulaşmada, iradî tutumlarından taviz vermeyen diasporalarının bilinçli ve çetin mücadelesi de en büyük etken olmuştur.

Aynı belirleyici etmenlere maruz kalmış olmamıza rağmen literatürde “trajedi diasporası” olarak yerini alan bu topluluklar arasında gösterilmiyor oluşumuzun temel sebepleri; başta amaç ve hedef birliğini bir türlü sağlayamamış olmamız, anavatanımıza dair söylem ve tezlerimizde -bu ulusların tam aksine- tamamen emperyalistin yazdığı senaryoya eklemlenme basiretsizliğimiz ve sözde “akıl”, “iyi ilişki”, “diyalog”, “diplomasi” gibi süslü ama içi boş mazeretleri de sürekli işgalcinin lehine kullanan teslimiyetçi psikolojimizdir.

Geçelim en yakınımızdaki bazı diaspora örneklerine…

Öncelikle Ermeni diasporasına dair temel bilgileri kısaca aktaralım… Ermeni diasporası, modern anlamda ilk örgütlü yapısını 1928 yılında Kahire’de “Hamazkayin” Eğitim ve Kültürel Derneği adıyla kurmuştur. Birçok ülkede temsilciliği bulunan bu kuruluş, onlarca orta ve yüksekokul kurmuş, birçok yazar, dilbilimci ve siyasetçi bu okullarda yetişip mezun olmuştur. Basın-yayın faaliyetlerini de yürüten kuruluş, 70 yılda tüm dünyadaki Ermeni halkının kültürel gelişimine büyük katkı sağlamıştır. Bunun yanı sıra bugün Ermeni diasporası, tüm dünyada faaliyet gösteren onlarca benzer diaspora kuruluşunun etkin çalışmalarıyla da Ermeni kültürel kimliğinin muhafazası ve kültür-sanat-siyaset  alanlarında büyük ilerleme kaydetmiştir.

Bugün, 1915’te Ermenilere karşı yapılanların “soykırım” olduğunu parlamento kararıyla kabul eden ülke sayısı, Nisan ayında Portekiz’in de tanımasıyla 29 olmuş, kısmen tanıyan ülke sayısı da 8’e ulaşmıştır. Ayrıca Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, BM komisyonları başta olmak üzere uluslararası çapta önemli kuruluşlar tarafından da tanınmıştır. Bugün Ermenistan dışındaki 22 ülkede toplam 85 “Ermeni Araştırmaları Merkezi” bulunmaktadır.

Siyasi arenada Türkiye’nin dış politikasını ve diğer ülkelerle ilişkilerini ne derecede etkilediği ve sıkıntıya soktuğu hepimizin malumudur. Haklı bulalım veya bulmayalım, bir durum tespiti olarak belirtmek gerekir ki, kendi adına elde ettiği tüm bu tarihi kazanımlar, politik mücadele kimliği baskın olan “Ermeni diasporası”nın etkin çalışmasının bir sonucudur.

Kırım diasporasına geçelim… 2014’te Kırım’ın Rusya tarafından hukuksuz ilhakıyla büyük bir şok yaşayan Kırım Tatarları dünyanın 16 ülkesinde bulunan 183 Kırım Tatar sivil toplum kuruluşunu 400 delege ile Ankara’da toplayarak uluslararası çatı teşkilatı olan “Dünya Kırım Tatar Kongresi”ni etkinleştirmiş, vatandaki ve diasporadaki siyasi hareketleri birleştirerek Rusya Federasyonu’nun Kırım’da yeniden kök salmasının önüne kitlesel bir engel koyabilmiştir.

Türk ulusal ve yerel medya kuruluşlarını etkileyecek başarılı çalışmalar yapan Türkiye’deki Kırım Tatar diasporasının etkin ve güçlü faaliyetleri, işgalin ilk günlerinde Rusya lehine gibi görünen kamuoyu algısını tersine çevirmeyi başarmış, Rusya ve Türkiye arasında artan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilere rağmen Kırım ve doğu Ukrayna konusunda Türk dış politikasının Rusya lehine değişmemesinde de önemli pay sahibi olmuştur. (4)

Bir diğer örnek, 1997 yılında Amerika’da kurulan ve Azerbaycan diasporasının etkili kuruluşlardan biri olan “Dünya Azerbaycanlıları Kongresi.” Ukrayna, Rusya ve Güney Azerbaycan’da temsilcilikleri olan örgüt, kurulduğu günden bu yana 3 amaç belirlemiş ve bunlara ulaşılması yönünde çalışmalar yapmaktadır: 1. Azerbaycan’ın güneyinde (İran’da) yaşayan soydaşlarının haklarının korunması; 2. Karabağ sorununun çözümü; 3. Azerbaycan’da demokrasinin sağlanması. DAK Yönetim Kuruluna Azerbaycan, Türkiye, Rusya, Ukrayna, İsveç ve Almanya’daki diaspora üyeleri dahildir.

Azerbaycan Cumhuriyeti de 2002 yılında “Yurtdışında Yaşayan Azerbaycanlılarla İlgili Devlet Siyaseti” başlıklı bir kanun ile yurtdışında yaşayan Azerbaycanlılarla ilgili yeni politikasını belirlemiş, devletin iç ve dış politikasının ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Buna göre, “Yurtdışında yaşayan Azerbaycanlılar” kavramı ile Azerbaycan Cumhuriyeti vatandaşı olmasa dahi, etnik, dil, kültür ve tarihi ilişkiler açısından kendini Azerbaycanlı gören şahısları ve onların çocuklarını da kapsamına almıştır. Azerbaycan Cumhuriyeti, yurtdışında yaşayan Azerbaycanlılara kendi kültürel mirasının ve dilinin muhafaza edilmesinde ve geliştirilmesinde, kendi ana dilinde eğitim alma olanağının sağlanmasında gerekli çalışmaları yapmakta ve bu amaçla gerekli tedbirleri de almaktadır.

Bir diğer örnek Gürcistan, 2011 yılında çıkardığı “Yurtdışında Yaşayan Soydaşlar ve Diaspora Teşkilatları Hakkında” başlıklı kanunla yurtdışında yaşayan soydaşlarıyla ilgili politik ilkelerini belirlemiştir. Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte Gürcistan devleti, yurtdışındaki soydaşlarına ülkeyle ilişkilerinin korunması, milli kimliklerinin muhafaza edilmesi ve Gürcistan’a geri dönülmesi hususlarında destek sağlamaktadır. İlgili Kanuna göre, soydaş tanımı kapsamına; Gürcistan vatandaşı olup uzun süre yurt dışında yaşayanlar, başka bir ülke vatandaşlığına sahip olup Gürcistan kökenli olanlar veya ana dili Gürcüce olanlar girmektedirler. Kanuna göre, bu tanımdaki şartları taşıyan kişiler yurtdışında yaşayan soydaş statüsünü alabilmektedirler.

Gürcü diasporasının milli ve kültürel kimliğinin muhafazası ve geliştirilmesi çalışmalarının yanı sıra bu kişiler; Gürcistan’ı temsilen spor yarışmalarına milli takım terkibinde iştirak edebiliyor, Gürcistan’da burslu olarak okul ve üniversite eğitimi alabiliyor, Gürcistan devleti tarafından diaspora için öngörülen mali destek programlarına iştirak etme imkanlarına sahip olabiliyor.

Bunun yanı sıra, Gürcistan Cumhuriyeti herhangi yabancı ülkede yaşayan soydaşlarından, “Fahri Temsilci” de atayabilmekte. Belirli şartları taşımak kaydıyla atanan bu temsilciye; Gürcistan ve ilgili diaspora arasında ilişkileri destekleme, bulunduğu ülkede ilgili devlet organının program ve projelerinin koordinasyonunu gerçekleştirme, ilgili devlet organının başkanlığını yapma, bulunduğu ülkenin devlet kurumlarıyla diaspora, aynı şekilde Gürcistan Dışişleri Bakanlığıyla diaspora arasında ilişki ve irtibatı sağlama gibi görev ve yetkiler verebilmekte. (5)

Besleneceği en değerli kaynak olan “devlet”e sahip diasporaların, kültürel varlıklarını korumak ve geliştirmek noktasında elde ettiği bu geniş imkan ve imtiyazlar ile devletsiz diasporaların hak arama ve devletleşme çabalarına dair çarpıcı çok örnek var ancak hepsini burada paylaşmaya yerimiz yetmez.

Kısacası, “siyasi emigrasyon” kimliğini taşıyan diasporamız Rus Konsolosluğu ile mutluluk pozları verip, anavatanda da Rus istihbaratının “ulusal hareketleri pasifize etme aparatı” olan Dünya Çerkes Birliği ile oyalanırken en yakınımızdaki örnekler böyle!..

Bu kısa örneklerden de anlaşılacağı üzere, devletli diasporaların sahip olduğu bu geniş imkanları, şayet başkonsolosuyla kolkola girdiğiniz büyük devletiniz(!) Rusya size sağlıyorsa doğru yoldasınız demektir!  

Lakin kazın ayağı öyle mi? Çerkes kültürel mirasının ve dilinin muhafaza edilmesinde ve geliştirilmesinde, Rusya’nın bırakın destek vermesini, anavatandaki temel hak ve özgürlükleri bile sistematik şekilde bir bir nasıl tırpanladığına, en son anadil yasasında olduğu gibi sayısız örnekler verebiliriz. Ya da gözlerimizi kapatıp, sanki tüm bu imkanları bize sağlayan bir devletimiz varmış gibi davranıp toz pembe hülyalara devam eder, 21.yy’da sefalet halindeyken asalet sığlığını bir numaralı gündem yapar, Türk siyasi tarihindeki Çerkes kökenlilerin varlığıyla avunarak mutlu-mesut yaşamaya devam edebiliriz. Ancak, bu yolun bizi götüreceği tek kaçınılmaz sonuç “hem ecdadımıza hem de evlatlarımıza mahcup olmak”tır.  

Diasporaların varlığını devam ettirebilmesinin en temel koşulu devlet desteğidir. Ne üniterleşme yolundaki Rusya ne de demokratikleşemeyen Türkiye bizlere bu imkanları asla sunmayacağına göre geriye kalan tek seçenek “devletleşebilmek”tir. Bugünün rasyonel koşulları bunu mümkün kılmıyorsa, bu nihai hedeften de, bunu dillendirmekten de asla vazgeçmeden, en azından temel hukuki dayanağını Birleşmiş Milletler Yerli Halklar Bildirgesi’nden alarak sivil mücadele verecek bir STK konsepti dahi geliştirilebilir, geliştirilebilmeliydi.

Keza, özellikle Sovyetler Birliği'nin çökmesiyle birlikte yaygınlaşan ve güçlenen küreselleşme, bilgi akışlarındaki hız ve yoğunluğu arttırarak diaspora kavramını da yeniden şekillendirmiş, en değerli hazine olan “bilgi”, internet ve gelişmiş iletişim olanakları sayesinde zaman ve mekân kısıtlamasından kurtulmuş, devletlerarasındaki formel alanın dışında ferdi ve tüzel ağlar ve bağlar kurma imkanı sağlamış, tüm dünyaya hızla ulaşılabilecek geniş çalışma alanlarını ortaya çıkarmıştı. Diasporaların, toplum ve devlet yapılarını dahi biçimlendirebilen bu imkan ve alanları etkin kullanabildiği çağa uygun bir faaliyet ve organizasyon anlayışına yönelmesi de çoktandır zaruret halini almıştı.

Dünya üzerindeki diasporalar ve STK’ları bu fırsatları zamanında ve etkin kullanarak başarıyı yakalarken, diasporamız ve örgütlü yapıları, bu imkanların gelişkin olmadığı 1990’lar öncesindeki geleneksel reflekslerle hareket etmekte ısrarcı olmuş, yenilikçi bir bakış açısı geliştirememiş, bu yüzyılın trend olmuş iletişim kanallarını kullanma becerisinden mahrum kalmış, dolayısıyla kamuoyu oluşturma / etkileme / yönlendirme çalışmaları yapamamıştır. Acı olan tarafı ise, bunu talep dahi etmemiştir.

Sonuç olarak…

Gelinen son noktada; doğru bilgiden ve fikri sermayeden alabildiğine yoksun, siyasetten, tarihten, akıl ve hakikatten tamamen koparılmış, kendini tanımayan, dostunu ve düşmanını ayırt etmekten aciz, kimin arabasına koşulduğunun dahi farkına varamayan niteliksiz bir “yığın” haline dönüşmüş durumdayız. 

Ne yazık ki, tüm hedef ve ideal, yol ve yöntemler şöyle dursun, anavatanda yaşanan derin insan hakları ihlalleri ve gitgide kısıtlanan özgürlüklere dahi iki laf edemeyen, kendisini istila edenler tarafından bağlamı oluşturulmuş kavramların ve manipüle edilmiş bilgilerin çerçevesine sıkışmış kalmış kafaların “temkinli olma” kılıfıyla pazarladığı koşulsuz itaat, Çerkeslerin bugününü kurtarmayacağı gibi, geleceğini de karartacak düzeye ulaşmış durumdadır.

Ürettiği manipülatif bilgi ve oluşturduğu sosyal-kültürel-siyasal atmosfer ile eksiksiz bir bütün olarak çalışan sömürge düzeni, diasporanın zihnini ele geçirmiş, nihayetinde son hamleleriyle de “kişiliksiz” hale getirmiştir.

Sergilediğimiz teslimiyetçi tutumla, üniterleşme yolunda hızlı ve kararlı adımlarla ilerleyen Rusya’nın son niyeti olan mevcut “göstermelik” cumhuriyetleri lağvetme planını adeta “teşvik eden” bir sefalete evrilmiş vaziyetteyiz.

Tarihin, kültürün, siyasetin ve hatta doğrunun dahi meşruiyetini işgalcisinin inisiyatifinde gören, kendine ait bir ruha ve zihin özerkliğine bile sahip olmayan, diasporanın temsilcisi konumundaki kafalar ve yarı aydın kanaat önderleri de “hakikat”i arayıp bulmaya, onu dile getirmeye ve yeni bir kurtuluş reçetesi yazmaya ihtiyaç duyacağı yerde, hakim zihniyetin çadırına sığınıp sömürgecinin tüm propagandif enstrümanlarını üzerimize adeta boca etmekle meşgul. Bu sefil gidişe şiddetle itiraz edecek, hakikati haykıracak tek bir mütefekkirimiz ve aydınımız da yok maalesef.

İngiliz tarihçi ve filozof Arnold Toynbee’nin “bir toplum için düşünülebilecek en kötü şey, tepki verme iradesinin tükenmesi ve kendisine dayatılan konjonktüre teslim olmasıdır”(6) hükmü, tam da mevcut durumumuza işaret etmiyor mu? Konuyu gündeme taşırken derdimiz bağcı dövmek değil, tam da bu “en kötü şey”in canhıraş şekilde çaldığı tehlike çanlarına dikkat çekmektir. 

Entelektüel, aklını kullanmayı meslek edinmiş kişidir. Başkalarının aklıyla hareket eden ve toplumuna öneren kişi değil. En önemli vasfı önce sorgulamak, sonra meydan okumak ve nihayetinde tavır almaktır. Başkalarının aklıyla hareket etmeyen bir “zihinsel özerkliğe” ancak “sorgulama”yla kavuşulabilir. İhtiyacımız olan da budur!..

Anavatandaki nüfusun çok üzerinde ve belki de “nicel anlamda” dünyadaki en geniş diaspora varlıklarından birini teşkil eden toplumumuzun yegane gereksinimi, önce itiraz ve tepki, ardından güncellenmeyi gerçekleştirecek köklü bir aydın kavrayışıdır.

Bu yönde hiçbir katkı sunamadığımız yeni nesillerimizin ve genç kuşaklarımızın bu zihinsel dönüşümü gerçekleştirebilmesini “ummak”tan başka da çare gözükmüyor. En azından gayretimiz artık buna dönük olmalı..

Zira geçen yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya konan yüksek “irade” ile toplumsal hafızası felç olmuş yığınların ”bilinçsizliği” arasındaki mesafeyi kapatmak da, Rus konsolosluğunun görevi olmasa gerek!..

 

Mızağe Dergisinin 6. sayısında yayınlanmıştır.

Naptsoko Nail Sönmez
15 Mayıs 2019

 

(1) Bkz. bilhassa, Gabriel Sheffer, Modern diasporas in internationalpolitics (Londra: CroomHelm, 1986) ve GabrielSheffer, Diaspora politics: at homeabroad (Cambridge: Cambridge UniversityPress, 2003).

(2) Gabriel Sheffer, Diaspora politics, s. 244.

(3) https://tr.wikipedia.org/wiki/Adıge_Cumhuriyeti (erişim: 04.05.2019)

(4) Av.Namık Kemal Bayar, Kırım'ın Geleceğinde Kırım Tatar Diasporasının Rolü, Mayıs 2017, http://old.qha.com.ua/tr/fikir-yazilari/kirim-in-geleceginde-kirim-tatar-diasporasinin-rolu/156164/ (erişim: 03.05.2019)

(5) Jale Akhundova, Güney Kafkasya’da Soydaş ve diaspora Politikaları: Ülke Örnekleri Üzerine Bir Çalışma, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 42, Şubat 2016.

(6) Erol Karayel, Ölüme Yatmış Toplum, http://www.cerkesfed.org/2018/11/26/olume-yatmis-toplum/ (erişim: 04.05.2019)

Diğer Kaynaklar:

Robin Cohen, Küresel Diasporalar-Giriş, Çev: Erdoğan Boz, Ankara, Koyusiyah Yayınları, 2019.

Ergin Ulusoy, Diasporayı yeniden düşünmek: Diaspora teorisi ve Modern Diasporanın Temel Parametreleri, Göç Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 2, sf. 208-228, Ekim 2015.

Duğ Orhan Doğbay, Rusya ve “Kamu Diplomasisi” Matruşkası / Rodina’dan DÇB’ye, https://www. kuzeykafkasyacumhuriyeti. org/yazar/dug-orhan-dogbay/rusya-ve-kamu-diplomasisi-matruskasi-rodinadan-dcbye.html (erişim: 03.05.2019)

http://www.afroturc.org/diasporanin-tanimi-ve-icerigi (erişim: 04.05.2019)

Geçmişten Günümüze Ermeni Araştırmaları, Hrant Dink Vakfı Yayınları, İstanbul 2017.

© KKC 100. Yıl